16. BÖLÜM
16. ❝KUMPAS.❞
Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor. Ve o da kalbimi yerinden çıkaracakmış gibi bakıyor.
Avucunu kalbimin üzerine koyan elim çok titriyordu. Sessizliği ağır bir yük gibi omuzlarımdan aşağıya bastırırken, gözleri gözlerimi bir saniye olsun terk etmiyordu. Kalbimi, gözlerimden çekip çıkaracak gibiydi. Onu istemek en başından beri suçtu. Daha o gece, kızım gibi kokuyorsun yanımda kal, dediğinde gitmeliydim. O gün gitmekte özgürdüm, şimdi kalmakla yükümlüyüm. Üstelik bu yükümlülük kalbimden geliyordu.
Karina gibi, bir sonraki yaz gelmeden öleceğim. Belki onun kalbinde, belki de gerçekten. Ama ölmeden önce Deren'i istiyordum.
Çıkarsızca.
Ama o susuyordu. Neye varmalıydı bu sessizlik, anlamıyordum. Sadece yutkunuyor, bunun sesini duyuyorum. Aslında o kadar zor değil evet demek ama demiyor. Bana evet demiyordu.
Belki de o kadar istemiyordu.
"Neden beni hâlâ öpmüyorsun?"
Sanki cümlemin içinde öpmeyi geçirmek onu etkilemiş gibi göğsümdeki parmakları kıpırdandı ve serçe parmağı göğüs ucuma değdi. "Nereden çıktı bu?" dedi, alçak sesiyle. "Şaşırdın mı sen?"
"Beni istediğini sanıyordum," dedim kalbim aniden acırken. Soğuk, kalpsiz birisi tarafından gelmiş bir acıydı sanki.
Gözlerini kapattı. "İstediğimi sanmıyorsun, seni istediğimi biliyorsun."
O soğuk acı geçince bir daha nefes aldım ve ona biraz yaklaştım. Ayaklarım ayaklarına değdi. "Kendini tutuyorsun, bırak," dedim.
"Saldırganım." Yutkundu. "Kontrolsüzüm..." bakışları başka bir hal aldı, koyulaştı. "Seni incitirim."
Anlamadığı buydu. Ben de öyleydim. Birbirimizi aynı şiddetle, öfkeyle istiyorduk. Vücudumu ona değdirdim ve kaslarının istekle seğirdiğini hissederken, "Bana onu unuttur," diye fısıldadım. Bir geceliğine de olsa kızım için çektiğim acıyı unutturmasını istiyordum. Sadece birkaç saat... Ama böyle düşünmek bile içimi sızlattı.
Deren'in gözlerinin bir anda döndüğünü fark ettim, elini boğazıma hızlı ama yumuşak sardı. Kafam bu dokunuşla beraber arkaya yatarken, üstüme gelerek kendisini sertçe vücuduma bastırdı. "Yanımda başka bir erkekten bahsetme, başka bir erkeği düşünme. Canım yanıyor ve canım yanınca aynı karşılığı vermeye meylediyorum."
Carlos'tan bahsettiğimi sanmıştı. Alakası yoktu, onu zaten düşünmüyordum. Dudakları dudaklarıma yaklaşınca, telafi konuşmam ertelendi ve ağzı ağzıma çarpınca yüksek sesle inledim.
Parmak uçlarıma yükseldim ve kalçam kapının pervazına yaslanırken, kolumun birisini kaldırıp boynuna doladım. Parmaklarım hoşlandığım şekilde saçlarının arasında kaybolurken, Deren dudaklarımı zorlayıp ağzımın içine ulaştı. Çıplak tenimdeki ürperti kaslarımı, kemiklerimi adeta yumuşatmıştı. Belimi sertçe tutup kendisine biraz daha bastırınca bacaklarımın arasındaki sertliğini hissedip gözlerimi kapattım. Parmaklarını kalçamda dolaştırıp önüme getirdiğinde karnıma değmesinden kaygılandım. Gerildim ama parmakları bacaklarım arasına kayınca gevşedim. "Kim için bu haldesin?” diye fısıldadı.
Sesini gerçekten seviyordum. Bu sesle fısıldaması her şeyi daha karmaşık yapıyordu. "Senin için.”
Ensesi elimin altında kasıldı ve gözlerini açıp dudaklarıma bakarken, parmaklarını elbisemin içine soktu. Gözbebeklerim irileşti ve bana dokunmaya devam edince, alnımı alnına bastırarak sessizce inledim. Dudaklarını yanağıma koyup seslice öperken, "Hiç de istemiyorum aslında seni," dedi, sesi çatlayarak.
Bana böyle dokunurken söylediği o kadar imkânsız geliyordu ki, sessizce güldüm. "Tabi, ben zorunda bıraktım seni."
Deren, yanağım dudaklarının altında seğirince güldüğümü anladı ve dişleri arasından canı yanmış gibi inleyip parmaklarını daha derinime itti. "Görmeyi de istiyorum," dedi.
Yüzümü boynuna gömdüm ve dudaklarım terleyen boğazına temas ederken, kalçamı elinin hareketine doğru çevirdim. Vücudumla tutturduğu ritmi hızlandırıp ikinci parmağını da ilave edince, çok hızlı nefesler almaya başladım. "Aklında tutacak mısın?" diye sordum.
"Neyi?”
"Beni."
Sorumun garip bir tarafı vardı ama anlamamıştı. Gözü zaten hiçbir şeyi göremiyordu, mantığını yitireli uzun zaman olmuştu. Bir de benimle sevişmek üzereyken başka bir şeyler düşünemiyordu. "Kalıyorsun zaten," diyerek boğazını arkaya atınca onu boynundan öpmemi sevdiğini anladım. "Seninle sevişmenin yollarını arıyormuşum," diye bir şeyler geveledi ama vücudum sarsılmaya başladığı için tam kulak veremedim.
"Kendinden geçiyorsun," diye inledi, sertçe.
Kafa salladım ve vücudum onun elinde sarsılınca gözlerim sımsıkı kapandı. Deren'in içimdeki parmakları hareket etti ve ben kendimden geçtiğim sırada, sanki bundan benim kadar zevk almış gibi kesik kesik inledi. Hafiflemeye başladım ve eli hareketsizce üzerimde dururken, diğer eliyle ensemdeki teri sildi. "Yalan söyledim. Çok istiyorum seni."
Elini, her yerime sürterek içimden çıkardı ve kendisini karnıma bastırdı. Başımı arkaya attım gözlerini görebilmek için. Gözlerini görünce de soyadı geldi aklıma. Deren'in ateşine değmiyordum, Deren'in ateşi olmuştum. Elleriyle göğüslerimin altından, baş parmaklarını kemiklerime bastırarak tuttu ve gözlerimin içine bakarak eğildi, göğüslerimden öptü.
Karnımda tekrar bir istek belirdi ve beni gerileterek yatağa ittiğinde, kalçamın üstünde yatağa düşerek nefes nefese yukarıya baktım. Elini ensesine atıp tişörtü çıkardığı gibi fırlatıp attı ve ardından hafifçe eğildi, yatağa düşmüş ellerimi kaldırıp pantolonuna taşıdı. "Çöz," diye direktif verdi, hızlıca. Ağırlaştığım ve çok istekli olduğum için yarı yarıya kapanan gözlerimle onu izleyerek kemerinin tokasını çözdüm. Ucundan tutup kemeri çıkardım, yere fırlatıp kotunun düğmesini de çözdüm. Pantolonu çekip aşağıya indirince Deren memnun olup kafasını salladı ve tek dizini yanıma koyup yatağa doğru abandı.
Vücudu değince dudaklarım aralandı ve vücudumdaki buzlar eridi.
Çenemden tutup yukarı kaldırınca bile gözlerimi karnımdan, birleşen vücutlarımızdan çekemedim. Deren'de bunu fark edip, “Bana bak," dedi. Fakat kendisini karnıma sürtünce inledim. Baş parmağını ağzımın içine sertçe itip dilime dokunurken, kendini karnıma kaydırıp, "Nabzın nasıl hızlı atıyor," dedi. Ona da dikkat ediyormuş gibiydi. Her yerime dikkat ediyor gibiydi.
"Çıkar onu," dedim, siyah çamaşırına dokunarak.
Deren, "Gözlerimin içine bakana kadar olmaz," dediğinde bakışlarımı zorlukla alıp hemen gözlerine baktım. Kızarmıştı, terliyordu. Hafif tüylü göğsü parlamıştı. Gözlerime bakınca kendini karnıma bir daha sürttü. Elimi arkama götürüp sutyenimi çıkardım, yatağın kenarına bırakıp tekrar ona ilerledim.
Gözlerimi kapatıp geriye doğru uzandım. Soğuk yatak örtüsü sırtıma değince Deren şikâyet eder gibi inledi. Bir elini dizime koyarak bacaklarımın arasını açtı. Çırılçıplak şekilde bacaklarımın arasına girdi ve ağırlığını vermeden üstüme uzandı. Nefesi yüzümde süzülürken, "Bu öylesine değil değil mi?" dedi, huysuzca. Kendini bacaklarım arasına sürttü. "Benimle kalacaksın?"
Aslında ölmek mi istediğimi yoksa onunla kalmak mı istediğimi ayırt edemiyorum. "İtalya'ya dönm..."
"Hayır!" Diyerek öyle sert bastırdı ki dudaklarını dudaklarıma, damağım dişime çarptı. Canım acıdı mı bilemedim, o kadar büyük acılar çekerken küçük acıları hissedemiyordum.
Tırnaklarım dalgalanan kaslara sertçe girerken, Deren'de dizlerimi daha fazla ayırıp kendini içime itmeye başladı. Dudaklarımı çekip yanağını tutarken gözlerinin içine bakıyordum. Çok zevk aldığı o kadar belliydi ki, içimi haz duygusu dolduruyordu. Gözleri kapanmamak için zor duruyor, alnını kuvvetle alnıma bastırarak dilini çenemde gezdiriyordu. Gözlerindeki duygular bir anda o kadar sahici, yoğun geliyor ki tahammül edemedim. Yapmaktan hoşlandığım için tekrar yüzümü boynuna sakladım, iki elimle birden yüzüne, dudaklarına dokunarak inledim.
Vücutlarımız birleştiğinde kalbimdeki buzlar da eridi.
"O kadar çok gireceğim ki içine," diye fısıldayıp kafamdan öpünce, bu kadar ahlaksız bir şey söylemesine rağmen garip bir sıcaklık hissettim. Kendini bedenime itip geri çekerken, bir elim hâlâ aramızda duruyordu. Sert itişleri bir an sonraysa duraksadı, içimde hareketsiz kalıp kafamdan bir tane daha öptü. "Ama yapamam... Canın acıyorsa?"
Onda hissettiğim, bahsettiğim şey buydu. Öfkesini çıkartırken bile aklından canımın acıyıp acımadığını geçirmesiydi. Gözlerimi kapatıp yanağımı boynuna sürttüm. "Sarılabilir misin?”
Yatağa yaslı omzundan öpüp bana sıkıca sarıldı.
Belki onun da içinden geçmişti.
Vücudum Deren'i karşılamak için yatağın üstünde hareket etti, kalktı, kıvrandı. Her hareketi daha derine ulaştı, onu neredeyse karnımda bile hissetmeye başladığımda çığlık atıp boynunu ısırdım. Deren kolunu belimden geçirmiş, bana sarılmış şekilde saçlarımı koklarken, kalbinden çıkan ses odanın içini doldurmaya başlamıştı. Kalbinin gelip göğüs kafesine vurduğunu, göğsünde telaşla çarptığını hissetmek beni gülümsetti.
Aynı zamanda ağlayasım geldi.
Deren'e has kokuyu boynundan alırken, vücudumda kaymaya çalıştığını fark ettim. İzin vermemek için dudaklarımı boynuna yaslayıp sırtını sertçe tırmaladığımda, "Gitmiyorum," dedi, yatıştırarak.
Öyleyse, bıraktım. Dudaklarımı çektiğimde vücudumda hafifçe kaydı. Dudaklarını sızlayan göğsüme kapatıp yoğun şekilde öperken, "Çok güzelsin,” dedi, ağzından kaçmış gibi.
Gözlerimi kapatıp hislerin derinine indim. Parmaklarımı vücudunun hatlarında dolaştırıp aklıma kazıdım. İçimdeki dehşet arzu ve ağlama isteğiyle kafam bulanıyordu. Hissizleşmiştim, kalpsizleşmiştim ben. Şimdi n'olmuştu da her şey bu kadar yoğundu sanki? Deren diğer göğsüme de aynı şekilde yaklaşıp dudaklarını üstümde dolaştırırken, boğazından kaba birkaç söylem ve inleme dökülüyordu.
Gerçekten öfke çıkarıyor, sabırsızca hareket ediyor, sert tutuyor, aceleyle öpüyor, sanki aklına gelen şeyleri savuşturuyordu.
Aniden, ben rahatlamadan vücudumdan ayrıldığında gözlerimi açıp itiraz ederek ona baktım. Doğrulup yatağın ucuna oturdu, ayakları yere değiyordu. Beni sertçe kendine çekip kucağına aldı ve vücuduma öyle, ansızın girdi. Bacaklarım dizlerimden kırılıp yatağa yaslanırken, kollarım onun boynuna dolandı. Avuç içini sırtımda gezdirdiğinde, üzerinde yükselip alçalarak alnından öptüm. "Bu pozisyonu seviyor musun?"
Dişleri arasından nefes alıp bu kez o yüzünü boynuma yasladı. "Bana neyi sevdiğimi sorma.”
"Ni... Niye?"
"Sorma işte."
Kulağımın altını, boynumu öpüp kısa saçlarıma el attı. Tutarak, çekerek okşadı.
Karnımın altı kasılınca daha fazla dayanamayacağımı anladım. Başımı eğip dudaklarını yakalamaya çalışırken, boynuma giren krampla inledim. Deren bunun üstüne güldü, boynumu okşayarak dudaklarımdan öptü. Onun dudaklarındayken vücudum sarsılmaya başladı ve sonra hafifledim, Deren'in de rahatladığını anladım. Alt dudağımı o kadar sert ısırdı ki aklına bir şey gelmiş ve ondan öfkelenmiş gibi hissettim. Gözlerim kapanınca dudaklarını çekti ve kendini alnını alnıma koyup bekledi.
Kapalı göz kapaklarına bakarken parmaklarımı yüzünün köşelerinde hafif hafif dolaştırdım. Az önce sırtına tırnaklarını geçirmeme rağmen şimdi neden böyle ürkek dokunduğumu kendim de anlamamıştım. Parmağım ıslak, kıpkırmızı olan dudaklarından geçerken kirpikleri titredi ve dudaklarını aralayıp parmağımın ucunu öptü. "Bana neyi sevdiğimi şimdi sor."
Omuz silktim. "Hayır."
Parmağımı ısırıp bıraktığında dudağının üstünden son kez geçtim ve onun kucağından kalktım. Deren'in elleri üzerimde tereddüt eder gibi gerileyip ilerlediğinde yatağın yukarısına çıkıp yan bir şekilde uzandım ve kalp atışlarımın düzene girmesini bekledim. Sonra da hiç düzelmeyeceğini anladım. Deren bu odadayken kalbim hep böyle çarpacaktı.
Yatağın ucunda sevişmemiz hakkında hiçbir şey demeden oturmaya devam ederken dakikalar geçti. Tenim soğumaya başlamıştı. Gözlerim camdan dışarıdaki karanlık gökyüzünü bomboş gözlerle izliyordu. Kalbim hâlâ o kadar hızlıydı ki, derim esniyordu sanki. Sonra Deren omzunun üstünden bana bakınca ıslak, ruhsuz gözlerim onunkilerle birleşti. Yutkunup çarşafa uzandı ve omuzlarımdan aşağıya örterken, gözlerimin içine baktı. Elinin tersi ıslak omzumda, boynumda, nabzımın atışında dolandı ve sonra aniden beni kaldırdı. Saçlarım omzuma düşerken gözlerimi irice açtım ve yüz yüze dururken, "Kolumu kopartacaksın herhalde," dedim.
Beni biraz daha karşısına, yakınına alarak çektiği koluma doğru baktı ve sonra ensemden tutup sertçe çekti. Ağzım ağzına çarpınca beni aralıksız biçimde öptü. O kadar aceleci ve istekli davranıyordu ki, şaşırmadım desem yalan olurdu. Elini kısa saçlarım arasında sokarak ilerletirken, başımı arkaya atıp nefes nefese çekildim. Gözlerine baktım. Şaşkınlığım yansıyordu. "Neden böyle öptün?" diye sordum. Niye bu kadar istekli öptün?
Gözlerime bakıp cevap vermeden tutup çekti, tekrar aynı yoğunlukta öptü. Kafamın üstündeki eli boynuma dolandı ve baş parmağı nabzımın üstüne değdi. Boğazım üstündeki baskıyla yutkunup nefes nefese dudaklarından çekilmeye çalıştım. "Daha önce hiçbirini boğarak öldürdün mü?" diye sordum merak ederek.
Sanırım bir mafyanın kızı olduğum için psikopatça sorumu yadırgamadan, "Hayır," diye fısıldadı. "Direkt el izi, tehlikeli." Sonra alt dudağımı tekrar kavradı, gözlerini kapatarak ısırdı.
"Eldiven giyerek de mi yapmadın?"
"Hayır. Uzun sürer. Kısa bitmesini tercih ederim," dedi, benimle bunlar hakkında konuşmaktan hoşlanmış gibiydi ama bir yandan da sinirliydi öpüşmeyi sürekli durdurduğum için.
"Evet, uzun sürüyormuş," diye fısıldadım Karina'nın ne kadar uzun süre dayandığını hatırlayarak.
"Sus artık. Öperek boğacağım yoksa seni."
Ve Deren bir daha ağzımı yakalayıp bu kez bırakmadan, parmaklarını tenimde gezdirerek başlayarak beni öptü. O sırada ben, demek ilk olacağım, diyerek içimden geçirdim.
🎠
Vücudum ısı, yumuşaklık ve onun ağzıyla kaplı şekilde uyandım.
Uyandığımı anladığım ilk saniyelerde panikledim, en son hatıramı düşündüm. Sonra ağzını üzerinde hissedip biraz gevşedim. Uyuduğuma şaşırdım ama onun hiç uyumamış olmasına şaşırmadım. Çünkü Feda ile ilgili gelecek olan telefonu hâlâ bekliyordu.
Gözlerimi açtığımda karanlık tavanla bakıştım ve Deren'in dudaklarını sırtımda hissettim. Parmakları bedenimdeydi, arkamdan sarılmış şekilde vücuduma yaslanmıştı. Saati bilmiyordum ama henüz gün ağarmamıştı. Sırtımdaki dudaklarının aceleciliği, ben de garip, tanımlanamaz bir korkuyu uyandırsa da kalbimi gecenin yarısında böyle hızlı attırabiliyordu.
"Uyandın," diye fısıldadı, vücudumun verdiği tepkiden.
Başımın olduğu yastığı avucumla sıkıp ona biraz daha yaslanınca, ensemde iç geçirip kısık sesli inledi. "N'apıyorsun?" diye sordum, ne yaptığını bilmeme rağmen.
"Karşı koyamadım," dedi, bir zayıflığıymışım gibi.
Parmakları bacaklarımın arasında hareket edince karnım kasıldı. Bir yandan da gerildim. Anlıyor muydu bir doğum yaptığı mı? Çünkü... deneyimliydi. Nalanla, Nil'i doğurduktan sonra sevişmiş... olmalıydı. Doğum yapan bir kadının bedenini tanıyordu. Ama aradan yıllar geçmişti, hisseder miydi?
"Farklı olduğumu söyle," diye fısıldadım, yüzünü görmeyi dileyerek.
Dudakları hızlı şekilde omuzumun başında dolanırken, "Farkındasın," diye fısıldadı. Farklı olduğumun farkında mıyım?
Bedenimi, kollarını altımdan geçirerek tutmasından hoşlanmıştım. Vücudumu rahatlatırken elinin içini kalbime bastırdığını hissettim. "Bana, diğer bebeğimin sen olacağını söyle," diye fısıldadı.
Kalbinin atışlarını sırtımda hissediyordum. Benim için atıyordu. Deren'in kalbi benim için atıyordu.
"Sen söyle," diye fısıldadım.
Elimi tuttu ve benim elimle beraber beni okşayarak, "Diğer bebeğim sensin," diye sertçe fısıldadı. Ve sonra vücuduma yaptığı baskıyla birlikte kendimi bıraktım, yastığa doğru inledim. Deren rahatladığımı fark edince dişlerini omzumdan çekip kendini bıraktı.
Nefeslerim ağırlaştığı sırada beni vücuduna doğru çekip bebekmişim gibi üstüne yerleştirdi. Uzanıp kafamda dağılan saçlarımı düzeltirken dudaklarını dudaklarıma sürttü. "Bana kendinle ilgili bir şeyler söyle."
Dudaklarım dudaklarında dururken konuşmayı deneyip, "Ne söyleyeyim ki?" dedim.
O da dudaklarını çekmedi ama birbirine değdikçe sızlayıp ısınıyordu. "Çok az tanıyorum seni. Daha çok tanımak varken."
Ona zararsız ne söyleyeceğimi düşünüp bir süre sonra İtalya'daki yaşantımı hatırladım. Buradan, şu zamanda çok farklıydı. Daha kişisel ve güçlü bir kadındı İtalya'daki kadın. "Aslında ben... keman çalabiliyorum," dedim kendimi anımsarken.
Saçlarımın arkasına masaj yaparak, "Başka," dedi.
Bir anda gözlerim kocaman oldu. "Evcil yılanım var, kocaman."
Kafasını hafifçe arkaya atıp kısık gözlerle baktı. "Evcil yılan mı? Hiçbir yılan evcil olmaz. Nasıl besliyorsun onu? Saçmalık."
Malikanemizin arkasındaydı, evde değildi ama gün içinde onu görür, beslerdim. Bence evcilleştirmiştim, Deren'e katılmıyordum. "Bana hiç saldırmadı ki."
Anlayayım diye kafama yumuşakça vurdu. "Zamanını kolluyor olabilir. Yemeğini biraz geç versen, veyahut yemeğini hiç vermesen hedefi sen olursun. Seninle ilgili bir anısını hatırlamaz, umursamadan saldırır sana."
Yılanım hakkında geri ileri konuşmasına sinir olup, "Bana hiçbir şey yapmaz," dedim.
Kafamdan göğsüne doğru bastırıp iç çekti. Anlamamışım da kızmış gibiydi. "Üçüncü bir şey daha söyle."
Ne söylesem, ne anlatsam ona… "İtalya'da bir ev var, çok güzel bir ev. Oradayken o evi almayı çok istedim ama sahibi bir türlü satmadı." Ormanın içindeki o muhteşem evi hatırladım ve diğer yandan artık o evi istemenin bir önemi olmadığını. "İlk kez on dört yaşımdayken görmüştüm. Her şeyden uzak, ormanın içinde ıpıssız bir evdi. Babamdan orayı istedim ve alacağını söyledi ama evin sahibi... asla satmadı." Ve artık bir önemi de kalmadı.
Kafamı okşadı. "Merak ettim, bir ev ne kadar güzel olabilir ki?"
Ona, evi ilk kez ve sonra gördüğüm zamanlarla beraber evin kendisini anlattım. Bence abartmıyordum, şahane bir evdi. Karina ile İtalya'ya dönebilseydim bir daha almayı deneyecektim ama...
Biraz bedenimi kollarıyla sarıp avuç içini sırtımda dolaştırırken dudaklarını aşağıya indirip yanağıma koydu. Belki de dudaklarının yetişip yetişmediğini anlamak için bunu yapmıştı. Üzerinde uzandığım için her nefes alışında ve kalp atışında vücudum hafifçe yükseliyor, sonra alçalıyordu. Bu tatlı ritim ve boynundaki kokuyla beraber ellerimi karnına koydum. Kendimi onun gergin, bekleyiş ve heyecan içinde atan kalp atışlarına bırakıp uyudum.
Tekrar kendime geldiğimde uzaktan bir ses duyuyordum. Gözlerimi açınca aradan bir iki saatin geçtiğini anladım. Gökyüzü ağırlaşmıştı. Kalbimdeki, geceden beri devam eden ağrıyla doğrulunca Deren'in olmadığını anladım. Duyduğum sese odaklanıp banyodan geldiğini anladığımda oraya yürüdüm. Kapıyı tıklattım ama su sesi yüzünden duymadı. Ben de direkt açtım ve onun yıkandığını gördüm.
İçeride bir kabin vardı, o da suyun altında, fayanslara yaslanmış duruyordu. Üzerinden akan köpüklere bakılırsa durulanıyordu. Alt dudağımı ısırıp öyle ilerledim, bu sırada da yüzünü izliyordum. Kaşlarının kalkmasına bakılırsa geldiğimi anlamıştı. Kabinin içine girince başımdan aşağıya dökülen suyun sıcaklığıyla irkildim, sonra da ona yaklaşıp kollarımı boynuna doladım. Deren gözlerini açmadan ellerini yüzüme götürdü, başımı kendisine çekip dudaklarını ıslanmış dudaklarıma bastırırken, "Uyu istedim," dedi.
"Niye kalktın?"
Beni yıkıyormuş gibi ellerini kafamda, omuzlarımda dolaştırıp, "Gideceğim," dedi öfkeli bir sesle. "Hastaneden aramadılar ama canıma tak etti. Onu uyandırmanın başka yolları vardır."
O dakikalar yaklaştığı için kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Duygularım yüzünden okunacak diye korkuyordum, birkaç hafta öncesine kadar hiçbir şeye karşı korkusu kalmamış olan ben şimdi birçok şeyden korkuyordum. Onun gözleri kapalıyken yüzünden akan su damlalarına baktım ve gece boyunca yaşadıklarımız aklımdan geçerken ürperdim.
"Yapma," dedi dudaklarım çenesine temas edince. Kafasını geriye atıp yüzünü uzaklaştırmaya çalıştı. "Gitmeliyim, böyle devam edersen kalırım... ama gitmeliyim."
Daha fazla zorluk çıkarmadan geriye çekildim. "Ben de geleceğim.”
Karşı çıkacak bir şey söylemedi. Bunun üstüne uzanıp onun sıktığı duş jelini aldım, avuçlarıma akıtıp vücuduma sürdüm. Deren birazdan gözlerini açınca istemsiz olarak bana baktı, suyun altında vücudumdan inen köpükleri izleyip arkasını döndü. O çıktıktan sonra yere düştüm ve sırtım fayanslara çarparken, sıcak buharın altında ağlamaya başladım. Hastaneye gittiğimizde Feda'nın olmadığını öğrenecek ve...
Ama az kaldı, bu sadece olması gerekendi. Ben Nil'i ona vereceğim. Gerçekten çok az kaldı.
Ayağa kalkmayı başardığımda suyun altında fazladan kalıp vücudumdaki tüm köpükleri akıttım. Sonra köşedeki havluya sarınarak dışarıya çıktım. Parmaklarımla oynayarak odaya bakınca Deren'in etrafı, çarşafları topladığını gördüm. Camı açmış, sigara içiyordu. Çıktığımı görünce bana göz kırpıp elinde tuttuğu kırmızı, triko elbisemi salladı. "Üçe kadar sayacağım. Yetişemezsen dışarıya atarım."
Ağzım hayretle açıldığı için o ancak iki dediğinde koşabildim ama yetişemediğim için Deren elbisemi camdan dışarıya savurdu. Rüzgârda uçan elbiseyle bakıp yumruklarımı göğsüne yapıştırdım. "Geri zekâlı, manyak! Şimdi ne giyeceğim? Neden yaptın bunu!"
Sigara olan elini benden uzağa tutarak omuzlarını silkince daha da öfkelenip uzandım, bir anda kulaklarını yukarıya çekmeye başladım. Deren inleyip kafasını geriye atmaya çalışırken, "Kızım, n'apıyorsun?" dedi, gülmekle kızmak arasında kalarak.
"Kulaklarından tavana asarım Deren, beni delirtme!" Diye bağırdım.
Dudağında saklanan gülüşe bakarak kulaklarını bıraktım ve geriye çekilip bağırmaya başladım. "Ne giyeceğim şimdi! Aptal mısın?"
Kızarmış kulağından birisini tutarak yere düşmüş elbiseye baktı ve sonra bana dönüp havluya sarınmış vücudumu süzdü. "Gördüğüm en cesur kadın, inip onu oradan alabilir," dedi.
"Ya sinirimden ağlayacağım şimdi! Neden yaptın bunu!" Uzanıp sertçe çenesinden kavradım ve gözlerine kızarak baktım. "Derhal inip elbisemi alacaksın."
"Senin yüzünden yaptım," dedi, yüzüme düşen saçımı üfleyerek uzaklaştırırken. "Ne kadar çıldıracağını görmeyi çok istedim. Hoşuma gideceğini biliyordum çünkü."
Ağzımı güçlükle kapatıp çenesini biraz daha sıktım. "Bir tane bir şey söyleyip sonra küfredeceğim sana, bir tane Türkçe küfür vardı bekle hatırlayacağım..."
Eğildiği gibi beni kaldırınca afallayıp omuzlarından tuttum. Beni, topladığı yatağın ucuna oturttu ve önüme eğilip her iki kızarmış yanağımdan da öpüp geri çıktı. "Sadece bir tane mi biliyorsun? Türkçe'ni geliştir."
"Deren!"
Ona vurmak için doğrulmama fırsat vermeden arkasını dönüp aşağıya inince elbisemi almaya gittiğini anladım. Gülümsememi sert suratımın ardına saklasam da o inince kıkırdamaya başladım ve sonra uzun süre böyle güldüğüme hayret edip suda buruşmuş parmaklarımı izledim. Deren bir dakikada geri dönüp elbiseyi yanıma bırakınca yüzüne kaçamak bir bakış atıp havluyu vücudumdan sardım. O yeni bir sigara içiyorken elbiseyi başımdan geçirip giyindim. Çamaşırım yoktu, biraz çıplak hissediyordum. Dün geceki çamaşırlarımı hatırlayınca tıpış tıpış banyoya ilerledim, onları kirli sepetinde görünce oradan alıp çöpe attım. Sonra ellerimi yıkayıp odaya geri dönünce, Deren beni dün akşam yaptığı gibi belimden tutarak kavradı, eğilip ensemden öperek, "Keşke üçüncü bir gözüm olsa, hep seni izlese," dedi.
"Olmaz, sırlarımı öğrenirsin o zaman," dedim. Şaka sandı.
Elimden tuttuğunda beraber aşağıya indik. Ceketimi kolumda tutarak telefonuma bakmaya çalıştım ama Deren elimi bir türlü bırakmıyordu ki bakayım. Evden ayrıldık ve arabaya yürürken sessizleştik. Koltuğa oturduğumda öyle gerildim ki mideme kramplar girdi.
Arabayı, dün de uğradığı hastaneye doğru sürerken silahını çıkarıp içindeki kurşunları kontrol ettiğini gördüm. Saat sabahın beşiydi, hava kapalıydı. Yağmur yağacak görünüyordu. Tadım iyice kaçtı. Çıplak dizlerimi kaşımaya başlayıp Deren'in oturuşundaki asabiyeti, sabırsızlığı izledim. Çok heyecanlıydı.
Araba, Bursa'nın kuzeyinde kalan, uzaktaki, misafiri az hastane bahçesine girerek durduğunda bir süre hareket edemedim. Deren'se sabırsızca kapısını açmıştı. İnmediğini görünce bir göz attı. "Gelmiyor musun?"
Sessizce dışarıya çıktım ve onun yanında hastaneye yürümeye başladım. Deren bizim, ikimizin sevgili olduğunu düşünüyor olmalıydı ki tekrardan elimden tuttu normalmiş gibi. Doğrusu anormal gelmiyordu. Dün geldiği için kendinden emin şekilde üst kata çıktı, koridorun sol tarafında ilerleyip bir odanın kapısını açtı. Etrafta neredeyse kimse yoktu, çok erkendi. Önümde ilerleyen koridora baktım ve sonra Derenle birlikte koridoru dönüp odayı gördüğümde, eli elimde kaskatı kesilen Deren oldu. Oda boştu. Yatak da.
İstediğim gibi, Yaman Feda'yı kaçırmıştı.
Bunu görmenin rahatlığı içimi kaplarken, "Nerede?" dedi Deren, gördüklerine inanamayıp. "Feda... Bu odada yatıyordu."
"Doktorlar başka odaya taşımıştır belki.”
Panikle arkasını döndü, o kadar sert hareket etmeye başladı ki ona yetişemedim. Alt kata indi, koridorun ortasındaki karşılama masasına ilerledi. Kadın hiddetli adım seslerini duyup başını kaldırınca da, "204 numaralı odada bir adam yatıyordu, nereye kayboldu?" diye sordu bağırarak.
Kadın oda numarasını duyduğu an afallayıp bize sorgulayıcı şekilde baktı. "Affedersiniz, kimsiniz? Sizlere ne?"
"Yakınıyım!" Diye yalan attı Deren.
"O hastanın üzerinde kimlik çıkmadı, biz de kimseye haber vermedik." Kadın tek kaşını kaldırmıştı.
Deren yumruğunu masaya vurup, "Nerede?" diye sordu, kontrolden çıkıyordu.
Deren'e sadece üzgün gözlerle bakıyordum, hiçbir şey yapamıyordum.
Kadın sabit telefona uzanıp bir tuşa bastı ve bakışlarını kaçırarak, "Birkaç güvenliği ikinci kata gönder misiniz?" diye sordu.
Deren uzanıp sabit telefonu kavradı ve bir köşeye fırlatıp ellerini masanın üstüne indirdi. Çalışan koltuğunda dikleşip kocaman olmuş gözlerle ona bakıyorken, "Adama ne olduğunu söyle!" Dedi Deren. "Nereye kayboldu, gece o odada yatıyordu. Doktor, bir süre kendisine gelemeyeceğini söylemişti! N'aptınız Feda'yı!"
"Beyefendi, kendinize gelin!" Kadın telaşla koridorun ucuna bakınca Deren canhıraş bir ses çıkarıp tekrar merdivenlere yöneldi. Üst kata çıktığında hiçbir şey diyemeden onun arkasından koştum. Deren bu kez o odanın yanındaki odanın kapısını açtı, içeriye koştu. Bu kez, arabada olan adamlardan birisini içeride, yatakta gördüm. Aşağıdan güvenliklerin sesini duyarken, Deren yatağa yaklaşıp baygın adamı omuzlarından tuttu. "Uyanıp kızımın yerini söyle!" Diye bağırdı çaresizce. Feda ortadan kaybolduğu için yalnızca bu adam kalmıştı bilgi alabileceği. "Kızım nerede? Nil'ime ne yaptınız! Uyanıp kızımın yerini söyle! Hem Feda'nın hem de yavrumun yerini söyleyeceksin! Yeter, bu nasıl bir oyun! Ne yaşıyorum ben! Benim kızım ne yaşıyor!"
İki güvenlik görevlisi koşarak içeriye girdiklerinde kendimi Deren'in önüne attım ve kollarımı iki yana açarak onları durdurmaya çalıştım. "Çıkacak, bir şey yapmayın!"
Deren, bu adamlarla başa çıkabilirdi ama tamamen tuttuğu adama odaklandığı için o adamların kendisine ne yapacaklarını bile umursamazdı. "Hasta, ölecek," dedi güvenlik ve sonra Deren'in kolundan kavradıklarında, Deren başını hararetle çevirip adama baktı. Sonraki andaysa kafasını öyle bir gömdü ki, güvelik bağırarak diğerinin üstüne düştü. Deren bu fırsatla tekrar önüne dönüp çete üyesini sarstı. "Ölmeyeceksin, uyanacaksın! Nil'in yerini söyleyeceksin, ancak o zaman ölebilirsin! Kızıma yaşattıklarınızın bedelini ödemeden hiçbiriniz ölmeyeceksiniz!"
"Deren," diyerek onu çekmeye çalıştığımda, güvenlik görevlileri tekrar yaklaştı ve odaya yeni bir tane daha girdi. Deren'in ellerini tutup adamdan çekmeye çalışırken, "Uyanmayacak, uyansa da konuşamayacak," diye bağırdım kendine getirmek için.
"O uyanmazsa kızım da artık hiç uyanamayacak!" Diye bağırdı çaresizce, ölürcesine.
Bu cümle beni sersemlettiği için onu geri çekemedim. Üç güvenlik görevlisi birden onu kollarından tutup güçlükle uzaklaştırdılar, Deren gözleri hiçbir şeyi görmez şekilde küfürler sıralarlarken de onu odadan dışarıya sürüklediler. O kadar vahşi, çaresizdi ki iki kez üç adamın da ellerinden kaçmayı başardı. Fakat tekrardan tuttular onu ve merdivenlere doğru sürüklerlerken, "Polisi arayın," dedi birisi.
Deren'in küfürleri koridoru inletirken, basamakları gözlerimi ondan alamadan indim. Güvenlikler onu hastanenin kapısına kadar götürüp dışarıya çıkardıklarında, Deren onları kuvvetle iterek etrafında döndü. "Sevgilim içeride kaldı," diyerek tekrar hastaneye yönelmişti ki, güvenliklerin arkasından açısından çıkarak onun bakış açısına girdim.
"Buradayım."
Geriye sendeledi ve sonra arkasını döndü, ellerini kafasından geçirerek sözsüz bağırdı. Güvenlik görevlileri söylene söylene hastanenin içine yürürlerken Deren kendi etrafında dönüp, "Nasıl ortadan kaybolur," diye fısıldadı kaybetmiş şekilde. Köşedeki banka doğru düşer gibi oturup boşluğa bakmaya başlarken dudaklarından titreyen birkaç soluk çıktı. "Çok yaklaşmıştım, nasıl kaybolur... Kendine gelip mi kaçtı? Ne aptalım lan ben, gözümün önünden kaçırdım adamı... Aklım mı durdu benim, nasıl böyle bir hata yapabilirim. Allah benim belamı versin, Nil acı çekerken ben..."
Yaklaştım. "Deren…"
"Neden yaptın?" Dedi başını kaldırıp bakmaya başladığında. "Gece hastaneye gitmek üzereydim ama beni durdurdun. Odaya geldin, karşıma kadar... Sana karşı koyamayacağımı biliyordun. Neden yaptın?"
Sessizliğim cevap olur mu? Çünkü susmam en iyisi.
"Niye?" dedi bu kez, bağırarak. Gözlerinde vahşi bir hayvan vardı, üstüme doğru koştuğunu hissettiren bir tehlikeyle bakıyordu bana. "Sen olmasaydın gece gelecektim, kaçamayacaktı!"
"Keşke olmasaydım," dedim. Kelimelerin çok içimden geldiği belli miydi? Gerçekten keşke olmasaydım diye istediğim?
"Nil acı çekiyorken ben sefa sürdüm dün gece."
Sözcükleri içime kadar ulaştı. Öldüğünü düşündüğüm yerlere bile. Bir adım geriye gidişim de bu yüzdendi. "Sadece seni istemiştim," dedim. Çünkü sondu, daha sonra sana dokunma fırsatım olmayacaktı.
"Keşke karşı koyulabilir olsaydın," deyip kalktı banktan, aldı gitti başını.
Yaşadıklarımızdan pişman oldu.
Bir süre sadece bileğimdeki kurdeleye baktım, sonra da onun arkasına, gittiği yola. Gittiği yolu izlemek o an bir manidar geldi yüreğime. Hastaneye geri girdiğini görünce telaşlandım, arkasından birkaç adım gittim. Fakat güvenlikler onu tekrardan çıkarmayınca bekledim, bu kez daha sakin şekilde kadına Feda'yı soracak olabilirdi.
Halsiz, izlerle dolu vücudum rüzgârın altında beklerken, Deren birazdan tekrar göründü. Telefonunu çıkararak arabaya yürüyordu. Yanımdan geçerken elimden tutmayınca parmaklarımı çıtlatmaya başlayıp arkasından ilerledim. O şoför koltuğuna yerleşirken ben de yanına oturup yüzümü camdan tarafta tuttum. Araba yerdeki tozları kaldırarak uzaklaşırken, telefona karşı, "Feda'yı Bursa'da gördüm, elimden kaçtı," dedi, nefes nefese. "Bursa emniyetine ulaş, civarda aramaya çıksınlar."
Konuştuğunun emniyet müdürü olduğunu düşündüm, polislere o vakıf alabilirdi. Aldığı cevap karşısında sert bir nefes alıp, "Şu an ne önemi var ki?" dedi, kızarak. "Tanığın kim varsa seferber et işte. Adam yaralı, onu dikkatle alın... Hayır, henüz bir şey yapmadım."
Telefon camın önüne fırlayınca seslere karşı duyarlılığım oluştuğu için hafifçe irkildim. Bir eliyle direksiyonu tutuyordu, diğerini camdan dışarıya bırakmıştı. Gözlerim göstergeye kaydığında yüz yirmiye yaklaştığını gördüm. Yanından geçtiğimiz arabalar, ağaçlar varla yok arası, silik görünmeye başlamıştı. Tabelalara bakınca İstanbul'a doğru yol aldığımızı anladım.
Aslında sevinmeli, çünkü kızına kavuşmasına çok az kaldı.
Arabayı benzinlik önünde yavaşlattığında inmeden beklemeye başladım. Arabayı durdurduktan sonra bir süre hareketsiz kaldı, sonra da kapıyı açıp çıktı. Benzinlik içine girdiğinde telefonumu çıkarıp direkt Yaman'dan bir arama var mı diye baktım. Evet, vardı. Halletmiş olmalıydı.
Telefonu cebime geri koyup başımı kaldırdığımda Deren'in geldiğini gördüm. Kapıyı açıp bir rüzgârla beraber içeriye yerleşirken, elindeki karton kutuyu önüme doğru uzattı. Gözlerimi kırpıştırıp sıcak içeceği aldım, kucağıma kadar indirdim. Kendine almadığını görünce de yalnızca benim için indiğini anladım. Bir de paket tost tutuyordu. Onu da dizime bırakıp arabayı çalıştırınca, kafamı kaldırıp önüme baktım.
Tostun yarısını yedim, çayın da yarısını içtim. Kalan tostu dizine bıraktım, kalan çayı da aramızdaki içecek bölmesine.
Birkaç dakika sonra tostu yedi, çayı da içti.
Araba o kadar hızlı ilerledi ki, bir saat sonra İstanbul tabelası göründü. Aramızda ilk kez böyle bir sessizlik oluştuğu için nasıl dağıtacağımı bilmiyordum. Bana söylediklerini normal bir adam söylemiş olsaydı Carlos'a yaptığım gibi bir daha suratına bakmazdım ama ona yaptıklarım için hep alttan alıyordum. Fakat ben alttan alsam da içime gerçekten dokunuyordu. Niye dokunuyor, orası da apayrı bir soruydu.
Araba şehrin içine doğru yol alırken Deren'in telefonu çalmaya başladı. Düşüncelerimden bu ses sayesinde çıktım. Deren elini telefonu fırlattığı yere atıp ekrana bakınca üstten ben de baktım ve Nalan'ın aradığını gördüm.
"Ne için arıyor?" Sorusu dudaklarımdan çıkınca, dilimi ısırıp gözlerimi yumdum.
"Nil içindir," diyerek telefonu açınca, karşı tarafından duyup duymamasını umursamadan, "Hoparlöre al," dedim.
Deren telefonu kulağına götürmek yerine hoparlöre alıp dizine koyunca, Nalan'ın, "Deren?" Diyen sesini duydum. Hiç uykudan uyanmış gibi değildi. Çünkü muhtemelen o da ben ve Deren gibi, geceleri uyuyamıyordu. "Hoparlöre mi aldın telefonu?"
Duymuştu demek.
"Ne vardı?" dedi Deren, direkt.
Nalan telaşlı bir nefes alıp, "Babam aradı, onu da emniyet müdürü aramış, Feda'yı görmüşsün?" dedi, heyecanla. "Gerçek mi Deren? Buldun mu onu?"
Deren yumruğunu sıkıp dizinde tuttu. "Bursa'da buldum ama elimden kaçırıldı."
Kaçırıldı mı? Kaçırıldığını öğrenmiş miydi? Daha sonra hastaneye tek başına girmişti, ona ne demişlerdi? Nalan hayal kırıklığıyla iç geçirip, "Nasıl olur?" dedi, şaşırdığı açıktı. "Sen kaçırmazsın, üstelik onu. Bir şey mi oldu yoksa, sen iyi misin?"
"Hastanedeydi, oradan bir şekilde alınmış," dedi, kinlenmiş halde. "Birkaç saat olmuş, şimdi nerede olduğunu bilmiyorum."
"Nasıl oldu anlamadım. Hem gördün hem de kaçırdın?"
"Nalan, neticeye odaklanır mısın?" dedi Deren. Fazladan hiçbir şey duymaya, konuşmaya tahammülü kalmamıştı. "Feda ellerimden kaçırıldı. Yapanı da aklımı da sikeyim, Feda'yı da! Daha ne duymak istiyorsun ne söyleyeyim yani?"
"İyi de niye bana kızıyorsun Deren?" Nalan'ın sesi ağlayacak gibi çıkınca telefonu hoparlöre almasından pişmanlık duydum. "Nil benim de kızım, annesiyim. Ben o adamı bulup ardından kaybetmiş olsam bana demediğini bırakmazdın, canımı yakardın... Ama ben soramıyorum bile, hemen bağırıyorsun."
Evet, Nil tırtılımın annesiydi. Nalanla çok fazla ortak alanı paylaşmadığım için üzüntüsünü Deren kadar yakından görmüyordum ama kendimden bile yola çıkarak ne kadar mahvolduğunu anlayabiliyordum.
Deren, "Eyvallah haklısın," diye kabul etti, Nalan'ın varsayımını. "Hakikaten de öyle yapardım. Ne desen haklısın."
Nalan bu kez daha yumuşak iç çekti. "Bir şey demiyorum, üzülme."
Nalan, ona olan empatimi ve yaklaşımımı bazen bir bakışıyla, bir lafıyla alaşağı ediyordu.
"Bir şey olursa haberdar ederim," dedi Deren ve Nalan, "Peki canım," dediğinde, aramayı kapattı.
Telefonu araya koyup bana göz attı. "Ağız alışkanlığıyla demiş olmalı. Telefonlarda canımlı cicimli konuşmuyoruz."
Ya da benim duyduğumu bildiği için demiş olabilir.
İçimden bu geçse de söylemedim. Kızını alıkoymuşken Nalanla ilgili olumsuz bir şeyler söylemek istemiyordum.
"Bundan sonra da konuşmasan sağlığın için iyi olur," diyerek cama döndüm.
"Peki.”
Kabullenmesinin gönülden olduğunu anlamıştım. Sesindeki ufak bir değişimden, incelikten veya sertlikten ne kastettiğini anlıyordum. Maalesef sesini de seviyordum, övgüye boğmamak için kendimi tutmam gerekiyordu.
Araba bir süre daha hareket ettiğinde Deren'in evine ilerlediğini fark ettim. Beni evime bırakması daha iyi olurdu, bir an önce Yamanla buluşmalı, Feda'yı görmeliydim. Bileğimdeki kurdelenin düğümünü sıkarken, "Neden beni evime bırakmıyorsun?" diye sordum.
"Tartıştık," dedi.
"Yani?"
"Benim adetim değildir. Gönlünü almam şart. Bırakıp ne halin varsa gör demem."
Saçlarım, yüzümdeki yumuşayan ifadeyi kapatıyordu o an. Ama acaba birlikte olduğu her kadına karşı da mı böyleydi? Nalanla da kavga ettikten sonra onu bırakmaz mıydı?
Şimdi görmek istemediği Nalan'ı bile, zamanı geldiğinde bana tercih edecek.
Bu düşünce arkasında bir kapı aralayıp beni zehirlemeye başlayınca daha fazla düşünmemek için gözlerimi yumdum. Duygular beni tetiklediğinde sanrı veya hayal görmek olası oluyordu. Bunun yaşanmaması için sakinleşmeye çalıştım ve sonra gözlerimi açtığımda aradan çok fazla zamanın geçtiğini gördüm. Öyle ki ne yoldaydım ne de arabada. Yatakta uzanıyordum. Anın gerçekliğinden emin olmak adına gözlerimi bir iki kez kırptım.
Deren'in odasındaydım. Koyu renkli perdeleri çekmişti. Belli ki uykumun devam etmesi için yapmıştı. Böyle bir anda uyuduğuma inanamadım. Doğrulup etrafıma bakınca ceketimi yatağın kenarında gördüm, uzanıp aldım ve derhal aramalara baktım. Yaman birkaç kez aramıştı. Odanın kapısını kontrol edip Yaman'ı aradım ve telefon açıldığında, "Hallettin mi?" diye sordum.
"Evet, hallettim," dediğinde dünyalar benim olmuş gibi hissettim ve gözlerimi kapatıp gülümsedim. "Ulaşamadım sana. İyi misin?"
"Teşekkür ederim Yaman," diye fısıldadım ve kendi sesimin duygusallığı bana bile yabancı geldiğinden dolayı Yaman hattın diğer ucunda biraz duraksadı. "Benzin param?" dedi sonra da.
Güldüm. "Git işine. Kapatıyorum. Detayları öğrenmek için arayacağım, şimdi müsait değilim."
Sessiz onayından sonra telefonu kapatıp inanamayarak iç geçirdim. Yapabildiğimize gerçekten de inanamıyordum. Kalbim deli gibi göğsümü tekmeliyordu. Kızımı kaçıran, inciten herkese karşılığını vermenin vakti gelmişti işte.
Ama Deren ile Nil...
Sevincimin üzerine düşen gölgeyi kabul edemeyerek yataktan doğrulunca, tenime çarpan bir şeyi hissedip durdum. Elimi boynuma götürüp tenime çarpan zincire dokunurken gözlerimle de görmeye çalıştım. Aa, bir kolyeydi ama benim değildi ki. Deren'in geniş boy aynasına doğru koşup yansımasına doğru baktım. Ucunda kilit olan bir kolyeydi, küçük, gümüş rengindeydi. Deren mi takmıştı bunu? İyi ama neden kendimdeyken vermemişti de uyurken takmıştı ki? Parmağımı zincirinde dolaştırıp kilit şekline baktım, altında bir giriş kısmı vardı. Acaba anahtarı da olabilir miydi?
"Ne demişti... Gönlünü almak şart demişti. Acaba o yüzden mi kolyeyi taktı?"
Aynadaki yansımamda değişen bir şeyi fark ettim ve sonra kendi kendime gülümsediğimi görüp arkamı döndüm.
Deren'in odası çok dağınıktı, odadan çıkmadan önce yerdeki kıyafetleri, kırık birkaç şeyi alıp banyoya götürdüm. Yatağın örtüsünü düzelttim, alkol kokusundan arındırmak için camları açtım. Odası çok büyüktü, yatağı da. İnip doğrulduğum sırada tenime çarpan kolyeyi hissedip sürekli duraksadım, bakıp bakıp kafamı iki yana salladım. Odadan ayrılırken de etrafıma bakarak ilerledim. Birkaç saat geçtiği belliydi, belki o da uyumuştur. Ama uyusa yanımda uyurdu.
Kolyemi tutarak merdiven basamaklarını inince Deren'i Utku ile salonda gördüm. Utku koltukta uyuya kalmıştı, Deren'de hemen onun kafasının yanında oturmuş, elinde telefon tutarken saçlarını okşuyordu. Utku'nun uyku sırasında irkilip durduğunu fark ettim, belki de Deren o yüzden onun kafasını okşayarak, iyisin, diye fısıldıyordu kısık sesle.
İçeriye adım attığımda başımı kaldırıp yüzüme doğru baktı. Hiç uyumadığını hemen anladım. Gözleri balon gibi şişmişti artık. Sadece üstüne yeni bir tişört geçirmişti, saçları dağılamayacak kadar kısa ve yüzü pürüzsüzdü. Tişörtünün önündeki gümüş parıltıya bakarken dudaklarım hafifçe açıldı. Anahtar şeklindeki kolye boynundaydı. Ne zaman, nereden bulmuştu bu kolyeleri? Sessiz sedasız takmıştı boynuma, hiç olmamış gibi. O da boynuma doğru baktı ve kolyenin avucumda olduğunu görünce göz kırptı.
"Bunu bana kim takmış biliyor musun?" diye sordum.
"Bilmiyorum," dedi. "Belki gece aklına takıldığın birisi olabilir."
Dudaklarımı ısırmaya başladım ve Deren bunu fark ettiğinde gözlerini yavaş yavaş boynum boyunca kaydırıp dudaklarıma çevirdi gözlerini. Kapı zili çaldığında aramızdaki her neyse gölgelendi ve Utku sıçrayarak kafasını kaldırınca, endişeyle ona baktım. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışarak telefonlara baktığında, "Kapı," dedi Deren ona dönüp, omzunu tutarak. "Sadece kapı çaldı Utku. Sorun yok abiciğim."
Utku bakışlarını abisine odaklayıp geriye yaslandı. "Telefon... Nil'den bir haber sandım," dedi.
Seslere karşı hassasiyet kazanmıştı. Tıpkı benim gibi.
O ses onu tekrar irkiltmesin diye kapıyı açmaya giderken Ece'nin geldiğini düşünüyordum. Kapıyı açarken onu elinde bir tabakla göreceğini sandım ama geçen günkü arkadaşıyla beraber görünce kaşlarımı kaldırdım. Adı Melissa mı neydi... Ece arkadaşının bir adım arkasında durmuş, onu çekiyormuş gibi tutarken kız önde gülümseyerek bakıyordu.
Sadece Ece'ye karşı, "Merhaba," dedim.
Rahatsız görünerek, "Merhaba," diye karşılık verdikten sonra hemen ekledi. "Aslında... Biz vazgeçtik, hiç içeriye girmeyeceğiz. Bizim eve gidiyoruz..." arkadaşını kolundan tutup kendisiyle beraber çekti. "Hadi Melissa."
"Ece, n'olacak sanki sorsam, bu kadar utanma..." Melissa Ece'ye gülümseyerek tekrar bana döndü. "İçeriye geçebilir miyiz?"
"Ne için?"
"Utku'ya bir şey soracağım," dedi Melissa.
Utku'yu yalnız bir kez görmüştü? Ne sorabilirdi ki?
Ece onu bir daha ikaz edip, "Sana söyledim, şu an üzgünler, buna vakit ayıramaz," dedi.
Ece'nin bakışları, cümlesinin sonuna doğru bir yere odaklandı ve Melissa'da onu takip edip baktı. Utangaç bir gülümseme takınarak içeriye girdiğinde, Ece'de bakışlarını kaçırıp mecburi şekilde onu takip etti. Kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde, Utku'nun kapı pervazına yaslamış, tek kaşını kaldırmış halde misafirlere baktığını gördüm. Melissa, "Merhaba," diyerek ona yaklaşınca, kaşını daha bir kaldırıp, "Merhaba?" dedi.
"Beni hatırladın mı?"
"Evet," dedi Utku ve Ece hızlı şekilde kafasını kaldırınca, yüzündeki hayal kırıklığını gördüm.
Deren salonda yürüyünce bir anda Melissa'nın ve Ece'nin bakışları oraya kaydı. Deren n’oluyor dercesine göz kırpıp Ece'ye, "Merhaba," dediğinde, Ece keyifsizce tebessüm etti. "Merhaba Deren abi. Rahatsız ettik, özür dilerim."
"Rahatsız etmedin," dedi Deren ve salondan çıkarak mutfağa geçerken, Melissa'da ağzı açık bir şekilde gözleriyle Deren'i takip etti. Abisi ile kardeşinin benzerliğine şaşırdığını varsayarak ona sinirlenmeden dururken, Deren konuşmasına devam etti. "Arkadaşın mı?"
"Evet," dedi kız, tekrar karşısında duran Utku'ya dönerek. "Melissa ben, memnun oldum."
"Ee," dedi Utku, gözlerini Melissa'nın bir adım arkasında durmuş, gergince yere bakan Ece'ye dikerek. "Ne haber? Adımı geçirdiniz, ne soracaktınız bana?" Sesi derinleşti. "Ece, bir şey mi soracaktın bana?"
"Hayır," dedi Ece, hemen. Sesinde kızgınlık vardı, Utku'da bununla eğleniyor görünmüştü kısa bir an gözüme.
"Ben soracaktım," dedi Melissa, Utku'nun çıplak vücuduna doğru kaçamak şekilde bakarak. Utku'nun göğsü terden parlıyordu, tüysüzdü ve pantolonu kalçalarından düşecekmiş gibi görünüyordu. Belki de Ece'nin başını yerden kaldırmama sebebi buydu. "Gelecek hafta bizim mezuniyetimiz var, acaba sen benim partnerim olabilir misin? Henüz bir partnerim yok, böyle özel bir günde yalnız olmak istemiyorum."
Bize ne?
Ece Melissa'ya yandan, kızgın bir bakış atıp sertçe nefes verirken, Utku'da böyle samimi teklif beklemediği için afalladı. Zaten uyku sersemiydi, bir eliyle göğsünü kaşırken gözlerini Ece'den ayırmadan, "Öyle mi?" Diye sordu. "Mezun mu olacaksın Ece?" Gözlerinde tekrar o eğlenen parıltı görüldü. "Oysaki çok ciddi lise alışkanlıkların vardı."
Ne kastettiğini anlamayıp mutfak kapısındaki Deren'e göz attım. O da su içerken kardeşini ve kızları garip garip izliyordu. Ece bir daha soluyup, "Lise bitince o alışkanlıklarda çocukça hislerim de biter," dedi, kızara kızara.
Gerginliğe hiç gelemeyen bir kızdı. Hemen utanıp rahatsız oluyordu.
Utku Ece'yi baştan aşağıya süzünce onun bir şort ve şortunu kapatacak kadar oversize kapüşonlu giydiğini gördüm. Kulağında kulaklık vardı. Saçlarını tek örükle omzuna atmıştı. Utku'nun kendisini izlediğini fark edince ellerini kapüşonlusunun cebine koyup ayağını yere sürtmeye başladı, Melissa'da, "Ee, ne dersin?" diye devam etti. "Şey, aslında Ece bana senin zor günler geçirdiğini, böyle bir şey sormamam gerektiğini söyledi. Yani reddedersen anlarım."
"Tam da red..."
"Utku Ece ile daha yakın," diye araya girdim. Deren öyle mi dercesine Utku ile Ece'ye bakmaya başlarken, Ece'nin yanakları daha bir başka ısındı. Utku ona bakarak sırıttı. "Belki Ece'ye eşlik eder. Yani Ece ile daha uzun süredir tanışırken seninle gitmesi garip olabilir."
Deren biraz onaylamıyor görünürken, Ece panikle bana baktı. Melissa, "Onun kavalyesi var," deyince o gözleri afallamış halde arkadaşına döndü. O saniye olmadığına emindim ama Ece'ye bunu söyletmeyen neydi, bilmiyordum. Belki o da Utku ile gitmek istememişti.
"Öyle mi?" dedi Utku, elini göğsünden çekip cebine koyarken. Ece'nin kulağındaki kulaklığın kablosunu çekerek ona sataşınca, Ece eline vurup geriledi. Bunun üstüne Utku ona dik dik baktı. "Arkadaşın kankan falan mı?"
"Sana ne?" dedi Ece, çalmayan kulaklığını tekrar kulağına koyarak.
Melissa gülümseyerek, "Birbirinize gerçekten gıcık oluyorsunuz," dedi ve Utku'ya döndü. "Gelecek misin? Kavalyem olarak."
Utku eğlencesini kaybetmiş gibi can sıkıntısıyla oflayıp, "Ece haklı, ben keyifli vakit geçirecek kadar iyi değilim," dedi.
Melissa, "Anlıyorum," dedi onun eline hafifçe dokunarak. Deren genzini temizleyince Melissa'da Ece'de ondan tarafa bakıp Utku'dan biraz uzaklaştılar. "Yine de gelirsen çok sevinirim."
"Gelecek olursam haberin olur," dedi Utku, tekrar Ece'ye bakarak. Ece örüğünün ucunu çekiştirip duruyordu.
"Numaramı verebilirim istersen," dedi Melissa, biraz utanarak. Ece bir daha ona dönüp ağzı açık baktı. "Yani haber vermen için?"
"Gerekirse Ece'den alırım numaranı," dedi Utku.
Ece ağzının içinde bir şeyler dedi ama kimse anlamadı.
"Gidelim artık," dedi sonra da ve Melissa'yı çekiştirmeye başlayınca, kız Utku'ya el sallayıp, "Görüşürüz," dedi. Sonra da Deren'e baktı. "Memnun oldum, hoşça kalın."
Deren kızlara el salladı ve kapıyı örtmek için arkalarından giderken, onlar da bahçeye çıktı. Ece sinirli sinirli söylenirken Melissa ona sarılarak gülüyordu. Ece'ye o kızdan kurtulmasını söylemek istiyordum ama sanırım artık bunun için bile vaktim kalmamıştı.
Bu duygu beni ürpertti.
Buraya ait olamayacağım duygusu.
Kapıyı kapatıp dalgınca arkamı döndüm. Deren kardeşine kalkık kaşlarla bakarken, Utku'da düşünceli şekilde göğsünü kaşıyordu. "Ece ile aranda bir şey var mı?" diye sordu Deren.
"Nereden çıkardın?"
Deren kızdı, yüz ifadesinden anladım. Salak yerine konulduğu için kızdığını düşündüm. "Kız kafasını kaldıramadı, kızarıp durdu."
Utku dudaklarını ısırarak omuz silkince, Deren inanamayarak bana baktı ve sonra tekrar kardeşine dönüp, "Lan!" Dedi sinirlenerek.
"Aman abi," dedi Utku, arkasını dönüp salona girerken. "Ne gördüysen o işte. Emin ol benden hoşlanabileceği hiçbir şey yapmadım."
"Eminim," dedim. "Öküz gibi davranıyorsun çünkü."
"Yengeeee!"
"Sesini kısmayayım," dedi Deren. Tehditi bir nefes gibi odada gezindi.
Utku'nun sesi cılızlaştı. "Yenge, bir daha özüz demezsen sevinirim."
"Ha işte! Böyle de, canımı ye," dedi Deren.
Utku'nun oflayışı salondan çıkıp buraya kadar gelince dudağımda neşesizce kıvrıldı. Kolyemi tutarak Deren'e doğru ilerledim ve o kapı pervazına yaslanırken, önünde durdum. Kara gözlerine bakınca dün gece kaç kez uçurumdan düştüğümü hatırlayıp iki kat hızlı nefes aldım. "Eve gideceğim," dedim.
Ensemden tuttuğu gibi beni kendisine çekip, "Niye, ne işin var?" diye sordu.
Yüzlerimiz yaklaşınca soluğum dudağımda canımı yakarak durdu. Ensemden tutunca saçlarım da elinin içine girebiliyordu. "Bu kolyede anahtar giriş yer var," dedim göğsündeki zincire bakarak. "Açılabiliyor mu? İçinde bir şey mi var?"
"Var," dedi.
Elimi uzatıp tişörtü üstündeki zincire dokunurken, "Açacağım," dedim.
"Bırak," dedi hemen, kızıp kafasını geriye atarak.
"Açılıyorsa açacağım," dedim zincir ucundaki anahtarı kavramaya çalışırken.
"Ben isteyene kadar olmaz," diyerek elimi zincirden uzaklaştırdı.
Bakışlarımdaki ifade kayboldu, sinirlendim. "Neden sen isteyene kadar olmuyormuş?"
"Kolyeleri ben aldım."
Bir daha boynuna uzanacakken elimi havada yakaladı ve avucunun içine hapsetti. "Olmaz dedim."
"Sinir bozucusun," diyerek elimi çektim avucundan. Gerçekten kızdırmıştı beni.
"Bana ağzına gelen her şeyi söylemeye devam edecek misin?" dedi omzunu pervaza yaslayıp kollarını göğsünde kavuştururken.
"Hayır, devam etmeyeceğim," dedim. Bu... onunla son kez bu şekilde konuşmamız bile olabilirdi.
"Et. Hoşuma giden bir yanı var."
Göğsünün ucundaki kilit şekline bakarak parmaklarımı gerdim ve sonra gitmem gerektiğini hatırlayıp Deren'i bırakmaya çalıştım. Dün geceden sonra ondan hâlâ bir şeyler almayı istediğime inanamayarak karşımdaki karnına, göğsüne, tişörtünün açık bıraktığı kollarına doğru baktım. Sonra kendimi koluna doğru eğilirken buldum. Tişörtünün kolunu yukarıya doğru çekip omzunu çıplak bıraktım ve gece yaklaştığım omzundan öperken, Deren'in hafif şaşkınlığını sert yüzünün arkasına sakladığını gördüm. Kolu göğüslerime değerken dudaklarım omzunda öpücüklerle bir çizgi çekti. "Kardeşim tuhaf tuhaf bakıyor," dedi, belki de o yüzden yüzünü aşağıya eğdi, Utku yüzündeki ifadeyi görmesin diye.
Bir şey demeden dudağımı çekip yüzümü omzuna gömdüm ve ardından geri çekildim. Ona bakamadan, "Gideyim," dedim, arkamı döndüm. Merdivenleri çıktım, Deren'in odasından ceketimi alıp etrafıma bakmadan indim. Deren, bir sigarayla beni son basamakta bekliyordu. Beni kapıya doğru geçirirken elini belime sardı, eşiğe kadar benimle geldi. Kapıyı açıp derhal dışarıya çıkıyordum ki, hızlı olmamı iyi karşılamayıp belimi bırakmadan kendisine çekti. Kulağıma eğildi. "Seni bırakayım."
"Gerek yok. Her an Feda için arayabilirler. Vakit kaybedersin."
"Birlikte öyle bir gece geçirdikten sonra seni evine ben bırakırım, ben alırım."
"Başka zaman," diyerek parmak uçlarıma yükseldim ve yanağını öperken elimde olmadan gözlerimi yumdum.
İçini çekip saçlarımın uçlarına dokundu ve ben eşikten çıkarken arkamdan geldi. Sigarasını içmek için evinin önündeki basamağa oturduğunda, bahçe boyu yürüyüp dışarıya çıktım. Bahçe kapısını kapatıp arabama yürürken de duraksadım, omzumun üstünden ona baktım. Yutkunarak elimi kaldırdım ve ona hafifçe sallarken, dudaklarının ucunda parlayan ateşin mi yoksa rüzgârın mı gözlerimi yaktığını anlayamadım.
Deren'in önüne bıraktığım arabama binip uzaklaşırken dikiz aynalarından evlerini izledim. Çok yakında Nil dönünce bu evde beraber yaşamaya devam edeceklerdi. Büyük, güzel bir evdi. Arka bahçesinde bir tane havuz görmüştüm, belki Deren Nil'e orada yüzme öğretmiş olabilirdi. Ev bakış açımdan çıktığında bakışlarım yolu takip etti.
Gözlerimin önüne gece yaşadıklarımızın gelmesini engelleyemiyordum.
Saatler geçmiş olmasına rağmen vücudumda hâlâ ellerini hissediyordum.
Bana bunu tekrar yapmasını istiyorum... ama olmayacağını biliyorum.
Ruhsuzum. Kalpsizim. Cansızım. Gülümsemiyorum. Yalnızca nefes alıyorum. Bunun dışında her şeyim buz gibi. Nabzımın durması da bir şeyi değiştirmez.
Ben ölürsem... ne kadar sonra fark eder?
Telefonumu çıkarıp Yaman'ı aradım ve telefon kulağımdayken, "Evet," diye açtığını duydum. "Geliyor musun? Adresi göndereyim mi?"
"Sen konumu gönder. Eve uğrayıp geleceğim." Yüz buruşturdum. "O nasıl? Kendinde mi?"
"Hayır, sandalyeye bağladığımdan beri gözlerini açmadı. Mesajda yazdığın gibi, senin sakinleştirici ilaçlarından birisini yanıma almıştım, hastaneden alırken kullanmıştım."
Sesinin tekdüzeliğine aynı şekilde karşılık verdim. "Bir iki saati var uyanması için. Uyandığında tehlikeli olacaktır, aranan bir suçlu sonuçta. Yanında silah var mı?"
"Her zaman."
"Dikkatli ol," dedim. "Polisler Feda'yı aramaya başladı, kullandığın arabadan kurtuldun mu?"
"Çoktan."
Yaman'ın dört dörtlük olmasından hoşlanıyorum.
"Tamam, görüşürüz," diyerek kapattım aramayı. Telefonu cebime koyup arabamı çalıştırdım ve Şile'ye doğru sürmeye başladım. Feda'nın yanına gitmek için sabırsız olsam da önce Nil'i görmek istiyordum. Onu hem özlemiştim hem de... Ayrılık vaktimiz geldiği için görmem lazımdı. Onu nasıl teslim edeceğimi bile henüz bilmiyordum. Acaba o özler miydi beni? Ara ara aklına düşer miydim?
Yazlığa gelince yüzüme yalandan bir gülümseme koyup aşağıya indim. Verandayı çıkıp eve girince bir anda yer ayağımın altında kayboldu. Nil'i halının üstünde sırt üstü, tavana bakarken şekilde gözleri kapalı bulunca korkudan hareket edemedim. Sonraysa yanına doğru koşup eğilirken, "Nil," diye seslenmeye başladım. "Tırtılım, iyi misin? N'oldu?"
Uyuya mı kalmıştı? Ama neden yerde ve bu şekilde? Onu sarsmadan kaldırmaya çalışırken, etrafa, yukarıya bakıp, "Gece?" diye bağırdım korkuyla. "Neredesin? Buraya gel!"
Nil'i koltuğa bırakırken elimi boynuna götürüp nabzına baktım, bu yaştaki bir çocuk için normal şekilde attığını görünce de kalbine koydum elimi. Kalbi de normal atıyordu. "Nil, aşkım?" diye seslenerek başımı kaldırdığımda aniden onun açılmış gözleriyle karşılaşıp duraksadım. Dişlerini göstere göstere sırıtıyordu. Birkaç saniye idrak ettim ve sonra Nil boynuma zıpladığında, "Seni küçük yalancı tırtıl," dedim inanamayarak. Vücudum ağırlaşmıştı, hareket edemeden koltukta kalmıştım. "Korkudan altıma yapacaktım."
Nil kıkırdayarak ellerini çırparken, "Şaka yaptım, şaka," dedi. En azından birimiz eğleniyordu. "Ayabanın sesini duyup yere yattım. Kandıydım seni. Bir keye Utku'yla babama yapmıştık..." yanakları kızardı. "Altına mı yaptın yoksa?"
"Utku gerçekten senin yaramazlık arkadaşınmış," dedim. Bir yandan da akıllı olduğu için gurur duydum onunla. "Bana bir daha böyle şaka yapma Nil. Korktum sana bir şey oldu diye." Kendime gelince onu göğsüme bastırıp örülmüş saçından öptüm. "Babana da yapma, korkar."
"Kaymen?" dedi, yüzündeki gülümseme kaybolunca. İçini hüznün kapladığına emindim. Ama az kalmıştı, gerçekten az. "Sen babamı seviyoy musun?"
Biraz şaşırdım, sonra masumiyetine aldandım ve Nil cevap beklerken, kulağına yaklaşıp fısıldadım.
Uzaklaşıp, "Ben de," dedi kıkırdayarak.
"N'oluyor?" diyerek inen Gece'yi duyunca Nille ona baktık. Merdivenden üzerinde bornozla iniyordu. Islak kısa saçları yüzüne düşmüştü. "Ne zaman geldin? Bağırdığını duyar gibi oldum ama su akıyordu, anlamadım."
Yaramaz tırtıla dönüp gözlerimi kıstım. "Nil bana inanılmaz bir gösteri yapmıştı, kaçırmamalıydın."
Nil utana utana gülerken, Gece yanımıza kadar geldi. "Evet, bana da inanılmaz gösterilerek yapıyor. Saçlarımı çekip, ağzıma diş macunu falan sıkıyor."
Nil bakışlarını kaçırınca bunların şaka olmadığına emin oldum. Muhtemelen çok sıkılıyor ve artık üzülüyordu, sinirlendiği için de böyle şeyler yapıyordu. Bize tahammülü azalmıştı. Küçücük bir kıza yaptıklarıma bak... Gerçekten tiksiniyorum kendimden.
"Ama ben Nil'i yine de seviyorum," diyerek ona eğildi Gece, ıslak saçlarını yüzüne doğru sürtünce Nil kaçmaya çabaladı. "Bayağı da özleyeceğim."
"Ben gidince mi?" dedi Nil, arkama geçip omuzlarıma çıkmaya çalışırken. "Beni göymeye gelirsin. Kaymen, sen de gelecek misin?"
"Rüyalarına," diyerek döndüm ve karnını gıdıklayarak öptüm.
Attığı küçük neşeli çığlık kulağıma güzel geldi. Kalbimde ufak bir doluluk hissettim. Ruhumda ufak, yaşama bağlı bir titreşim. Dün gece boyunca da hissettim, daha yoğun ve dinmeyen bu titreşimi. Nil'in gülüşü ben bir şey yapmadan aklıma kazınırken, ellerim de ufacık ellerinden tuttu. Bu değil ama muhtemelen bir sonraki sefer son görüşmemiz olacaktı. Artık ona veda etmem gerekecekti.
"Kaymen, kolye mi aldın?" Nil boynumdaki halka zincire uzanıp hayranlıkla bakmaya başladı. Bakışlarının aniden hayata dönmesini, hüzünlüyken veya kızmışken sevinçle dolmasını seviyordum. Çocuktu işte. "Bana da aldın mı?"
"Alacağım," dedim, almadığım diyemediğim için.
"Payan var mı?"
"Para soyadımdır," dedim göz kırparak.
Bir anda avucunu gösterdi. "Bana da veysene."
Gece yanımızda gülmeye başlayınca, Nil'e hayretle baktım ve elimi ceketimin cebine attım. Elime gelen birkaç bozukluğu çıkarıp ona uzattığımda, dudak bükerek aldı ve yakından bakmaya başladı. Gece ile göz göze gelince bu haline gülümsedik.
Sonra ona yukarıyı gösterdim.
Nil paralarını saymaya başlayınca Gece ile yukarıya çıktık. O üstünü giyinirken ben de dolaptan içinde rahat olacağım bir siyah pantolonla siyah kapüşonlu aldım. Şapkamı da kısa saçlarım üstüne kapatırken, "Yine nereye?" dedi Gece. "Sıkıldım bu işlerden. Sürekli bir yere gidiyorsun. Yaman'da ortalıkta yok. Tamam, kabul ediyorum, olayları size kıyasla daha dehşetle karşılıyorum ama bana da bir şeyler anlatın."
Arkama dönünce bir şort ve atletle yatağın ucuna oturduğunu gördüm. Karşısına yerleşip ellerinden tutarken, "İşe yaradı," diye fısıldadım. Bakışlarıyla anlamadığını gösterince de açıklayıcı oldum. "Feda'yı, kızımı kaçıran çetenin liderini buldum."
Söylediklerim ağzını bir karış açıktı bıraktı ve ardından gülmeye başlayıp boynuma atladı. "Yaptın," diye bağırdı coşkuyla. "Buldun o orospu çocuğunu!" Ben de ona sarılmak üzereyken geri çekildi. "Nasıl oldu? Hemen detay ver."
Ona, o çete üyesinin bulunuşunu ve sonrasında yaşananları üstünkörü anlattım. Gece heyecanla dinleyip ardından, "Ya bu Deren senin bu kadar olay esnasında yanında olmana bir şey demiyor mu?" diye sordu, aklı takıldığından. "Sürekli yanında olmayı, onu yönlendirmeyi başardın. Hiç sorgulamadı mı?"
"İlk zamanlarda beni arayan her defasında o oldu, bana ulaşmaya çalışan, soran... Ben ona aramadım, ona sorgulayacak sebepler çıkarmamaya çalıştım."
Biraz kararsız gözlerle izleyip, "İlk başlarda kızı için arıyordu, görgü tanığı olduğun için," dedi, sorunun devamını da ben anladım. "Hâlâ seninle görüşüyor. Karmen... Adama ne dedin? Nasıl yaklaştın da seni görmeyi istiyor?"
"Kendisi isteyip durdu beni görmeyi, ben bir şey yapmadım."
"Çok güzelsin, bu bile etkilemiş olabilir onu."
Elini enseme sardım, Deren'in dün gece vücudumda dokunmadığı tek bir nokta bile kalmamıştı. Bu yüzden benden önce ensemde hemen onun eli varmış gibi hissettim.
"İtalya'ya kaçacaksın değil mi?" dedi konuya başka bir şey ilave ederek. "Adamı buldun, gerekeni yap. Nil'i verelim ve İtalya'ya kaç, ben de bir süre sonra seni görmeye gelirim, güvenliğinden emin olunca da beraber döneriz."
Öleceğimi söylemek yerine, "Evet, İtalya'ya kaçarım," dedim.
Heyecanla gözlerini yumdu. Bana diyordu ama asıl kendisi çok güzeldi. Yüzünde tek bir makyaj bile yokken. "Hayatımda, bu yaptığımızdan daha alçakça ve heyecan verici bir şey yapmamıştım."
Bakışlarımı kaçırdım, vücuduma dokunmanın hatırlattıklarını Gece'den saklamaya çalışarak ayağa kalktım. Bakışlarıyla beni takip edince, "Tekrar gitmeliyim," dedim. "Döndüğümde her şey bitmiş olabilir. Nil'e iyi bak... Vedalaş onunla, hissettirmeden."
Bakışlarına kalbindekiler yansıyınca buzdan kalbime dokunan tek arkadaşımın Gece olduğundan yeniden emin oldum. "Çok dikkatli ol. Son kez."
Aşağıya inince Nil'in hâlâ paralarını saydığını görüp sehpaya göz attım. Paketteki ıslak mendili alıp elindeki paraların hepsini iyice sildim. "Payalarımı ver Kaymen!" Diye kızınca da kirlerini sildiğim bozuk paraları ona verip, "Almadım, kızma," dedim.
Kısık gözlerle bakıp paralarını cebine koymasına gülümsediğimde, o da bana dişlerini gösterdi. Her iki yanağından, burnundan, alnından öpüp koltuktan kalktım ve evden ayrılıp arabama kadar gereksizce koştum. Direksiyon başına oturunca perdeleri kapalı eve bakıp, "Seni çok özleyeceğim," diye fısıldadım. "Bana inanan kimse kalmadığında bile sen bana inanacaksın Nil, biliyorum."
Saf kalbiyle tamamen bana inanmış insana yaptıklarım...
Ağlamamak için gözlerimi arabanın tavanında tuttum ve oradaki tavan lambasını görünce boğazımdaki düğüm çözüldü. Uzanıp lambayı açtım, sonra kapattım.
Arabayı çalıştırmam zaman aldı, dalgın dalgın sürmeye başladım. Önce yaşadığım siteye gittim, arabamı değiştirdim. Bu arabamı Deren hiç görmemişti, olur da bir aksilik çıkarsa bu arabayla bir görünmem dana iyi olurdu. Güneşin battığı sırada yaşadığım siteden ayrılıp yola devam ettim. Yaman'ın ilettiği adrese arabamı sürerken yanıma aldığım silahın namlusunu kontrol ettim. Yeterince kurşun vardı. Evden ayrılırken, Deren'in bana verdiği kurşunları da almıştım.
Daha zevkli gelmişti Deren'in kurşunlarıyla öldürecek olmak.
Arabam, Yaman'ın onu tuttuğu yere yaklaşınca telefonumu çıkarıp bir mesaj çektim ona.
Gelmek üzereyim.
Bekliyorum :)
Sonra telefonumu bırakıp devam ettim, iyice yaklaştım. Onu, istediğim gibi şehirden uzakta, eski, kullanılmayan kapalı cezaevine getirmişti. Dışarısı yüksek duvarlarla çevriliydi ama kullanılmadığı için kapısı açıktı. Arabamdan çıkıp açık kapıdan içeriye girdim, önümdeki geniş ve uzun binaya bakarak dikkatlice yürüdüm.
İçeriye girdiğimde havada uçuşan tozları duyumsadım ve terk edilmiş anıları hissettim. Uzun koridorda etrafımı izleyerek yürüdüm, kalbin geçen her saniyede tekrar buza dönüşüyorken üst kata çıktım. Feda, birazdan hayatındaki en kalpsiz insanın yüzüne bakacaktı.
Kattaki koğuşlara baktım ve sessizlikte ilerledim. Kapısı kapalı olan tek koğuşun önünde durduğumda hiç beklemeden uzanıp öfkeyle kapıyı açtım. Feda'yı görmek için fevrice içeriye girdim ama adımımı havada bırakan bir şeyler karşılaştım.
Kulağımda uzun bir çınlamanın ilk sesi yankılandı.
Sandalyede bağlı olan Nil'di.
İlk insanı tepkim dehşete sürüklenmek oldu, sonraki hareket edememek. Evde bıraktığım o kızın burada olduğunu kabul edemeyip ellerimi gözlerime bastırdım. "Yaman," diye fısıldadım beni sanrıdan kurtarması için.
"Nasıl..." Nil'i böyle görmenin verdiği acı, yüzünü Karina ile karıştırmama sebep olmasına rağmen ona koşmak için bir adım attım. Ama bir şey beni irkiltti. Aniden siren sesi duydum. O kadar yakından geldi ki, kafamın içinden çığlık duymuş gibi hissedip elimi kulağıma kapattım. Harelerim genişleyip gözlerimden çıkacak gibi olmuştu. "Nil," diyerek bir adım ileriye giderken kafamı da arkaya çevirdim, adım sesleri duyuyordum. Kabul edemeyip tekrar önüme baktım ve Nil'e koşarken, "Kim yaptı!" Diye bağırdım.
Aynı anda kapı açıldı, telsiz sesi geldi. Nil'i o iplerden kurtarmak, nasıl olduğuna bakmak için çıldırırken, adım seslerini arkamda hissettim. Bir şey beni ansızın kavradı, kollarımdan yakalayıp bileklerimden tuttu. Güçlü bir erkek olduğunu anladım ve beni yere doğru yatırırken, "Nil," diye bağırdım çırpınmaya başlayarak. "N'oluyor! Siz kimsiniz! Nil? Nil, tırtılım beni duyuyor musun?"
Hareket etmiyordu. İpler etrafını, bacaklarını, omuzlarını sarmıştı. O kadar küçüktü ki, oturduğu sandalyede ayakları yere değmiyordu.
"Nil! Yalvarıyorum gözlerini aç! Sana n'oldu!" Yerde sürünerek kalkmaya çalışırken Nil'i fırtınada bırakmış gibi çaresiz hissediyordum.
Ben böyle bağırıyordum ama üzerimdeki adam bileklerime soğuk bir şey değdirdi ve ardından, "Hanımefendi, zorluk çıkarmayın," dedi. O bir polisti, bileğime değen de metal kelepçeydi. Başka adım sesleri de duyuyordum, sanki birileri daha koridorda yürüyordu. Yaman... O neredeydi? "Yakalandınız." İki bileğimi kelepçenin içine bahsedip kafamı yere bastırdı ve telsizine konuştu. "İlk yardım ekibini çağırın, kız iyi değil."
Saçlarım gözlerimin önüne düştü ve her nefes alışımda göğsüm yere sürtünürken, Nil'in görünüşü puslandı. "Hem... Hemşireyim, nabzına bakmalıyım. Şaka... yapıyor olabilir, sarılırsam güler..."
Polis kafamı bastırıp söylenirken, bir başka polisin ayakları bakış açıma girdi. Vücudumdan polisi kaldırmaya çalışıp, "Nil," diye bağırırken, karşımdaki memurun telefonuna uzandığını gördüm. Ellerimi hareket ettirdim, tırnaklarımı üstümdeki polisin vücuduna geçirmeye çalışırken, bağırarak nefes verdim. Polis, açtığı telefona doğru, "Deren Bey," dediğinde, bakışlarım yavaşça yukarıya çıkıp polisin yüzünü buldu. "Kızınız Nil Ateş'i, bir ihbar üzerine bulduk. Evet... Efendim evet, sağ ve yanımda." Başım kirli zemine düştü ve saçlarım yüzümü kapatıp nefesimi boğarken, bedenim hareketsizleşti. Deren'in, telefona yanıt veren sevinç dolu sesini hayal ederken, hiçliğe dönüşümün ilk dakikalarını umursamaz bir boşlukta geçirdim. "Tabi, suçluyu da yakaladık."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...